Yataktan çıkmamak için oldukça dirensem de, saatin ilerlemesiyle artık kalkmam gerektiğini anladım. Akşam üzeri olmuştu, dağ gibi bir ödevim, pislik içinde bir odam ve katılmam gereken bir gece vardı. Ben bi tarafımı kaldırıp daha yüzümü bile yıkamamıştım..Yaptığım şey de yazabildiğim kadar yazmaktı, aklıma ne gelirse artık. Haydari'nin e hadi artık kalk der gibi bakışıyla, bir gayret doğruldum. Çok pratik bir şekilde, odamı temizleyip(pratiğin diğer açılımı baştan savma), yine pratikçe hazırlandım. Ödev kısmını pazar gününe bırakıp, kendimi yollara vurdum. Skytrainde öyle dalgın dalgın giderken, istasyonların birinde ekranda şöyle birşey gördüm: "Turkish Festival, include turkish traditional food and turkish dance" Vancouver sanat galerisinin bahçesindeymiş, 8 buçukta biticekti. saate baktım, 8i çeyrek geçiyor. Olsun dedim, en azından sonuna yetişirim. İçimde bir mantı ya da sarma aşkı. artık hangisi olursa saldırıcam, tüketicem. Koştur koştur gittim, zaten tabeladan bir ibnelik olacağı belliydi. Kim lan bu damla foundation derken, ortamı görünce mevzuyu anladım. Fetho babamız, Vancouver'a da elini uzatmış, türbanlı ablalarımız koşturuyor. Zaten kılık kıyafetten beni yabancı sandılar, Türkçe konuştuğum halde Kanadalı muamelesi gördüm. Karnım da nasıl açtı, kahvaltı bile etmemiştim, dedim bari bir gözleme alayım. Allahı var çirkindi şimdi o gözlemeler bir de $5 verdim, duası mı eksik kalmış ne nursuz birşeydi. Demleme çay da vardı, hadi dedim battı balık yan gider, zaten içimde bir memleket aşkı çayı da aldım. Aval aval etrafı keserken, bir masa gördüm gittim, oturabilir miyim dedim ingilizce, tabi dedi iki adam. Biri gözleme yiyordu diğeri konuşuyordu salak salak. Gözleme yiyen ingilizce konuşunca anladım ki türk, hatta kürt. Yoğun diyarbakır şivesiyle of course dedi ve beni kazandı. Dedim Diyarbakırlı mısın, evet dedi. Diğer adam İranlıymış, Türk kızıyla evlenmek istiyormuş. Sebep de İranlı kadınlar çok konuşuyormuş Türk kızları çok sakinmiş. dedim böyle bir yargıya nerden vardın? Ya dedi, burda işte kadınlara bişi söyledim, yüzüme bile bakmadan kısa kısa cevap verdiler dedim Türk kadını iyidir. Bende "gördüğüne aldanma burdakiler başka boyut, asıl Türk hatunun çenesinden durulmaz, İranlıyı ararsın." pek inanmadı, etrafta ki görünüş söylediklerimin zıttıydı çünkü. Biraz bakınınca göre göre sadece bir tane Atatürk fotoğrafı gördüm. Fethullah Gülen amcamızın kitapları ortalıkta geziniyor, ücretsiz dağıtılıyordu ama Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran adam pek kaale alınmıyordu. (burası beni kemalist yapıcak) İranlı adam kalktı velhasıl, bende gıcık olmuşum, bir sinirle gözleme yiyorum, çayı da sanırsın fondip yaptım. Ben bir çay daha alıcam ister misin dedim Diyarbakırlıya. Hemen davrandı, sen otur ben alırım. Ulan dedim gözünü sevdiğim memleketlisi. Çayı aldı geldi, dedim borcum ne kadar, sen gülümse bacım yeter dedi. Eyvallah dedim, muhabbete başladık. 12 senedir Vancouverdaymış da ilk defa böyle birşey görüyormuş. O sırada kapanış konuşması yapılıyordu ve adam şöyle dedi "seneye görüşürüz, artık gelenekselleştiricez" ohohoh, dedik bizde yandı gülüm keten helva. Diyarbakırlının adı Bayram, halı dokumada çalışıyormuş. 5 sene evvel kardeşleri de gelmiş. Neden geldin peki dedim, bi gemiyle gelmiş, kalmış öyle. 12 senede 2 kez gitmiş memlekete. Burnunda tütüyor taşı toprağı havası. Laf Ahmet Kaya'dan açıldı, memleket hasreti türküsüyle biraz hüzünlendik. Kürtlerden bahsettik sonra, karmaşa bizi çekiyor bacım biz gitmiyoruz olaylara dedi. Dedim siz de seviyorsunuz ama, yok be bacım kim istemez barışı dedi. Biraz memleket meselelerinden, terörden bahsettik. Nevrozları özlemiş en çok. Seneye ikimiz kutlarız o zaman burda dedik, gülüştük. Numarasını verdi sonra, "bişiye ihtiyacın olursa bacım çekinme, elimizden geleni yaparız. kız başınasın olur ya karışan filan, hemen ara." gülümsedim bende "olur" dedim.
Saat daha da ilermeden bizim Türk gecesine katılayım diye ayrıldım. Cafe Vancouver'ın aylık düzenlediği gece, herkes birbirini tanıyordu. Sarma ve kısır vardı gecenin özellerinden. İçeri girdim, fonda "telli turna" çalıyordu Yeni Türkü'den. "biz büyüdük ve kirlendi dünya" diyerek rakı aldım bir duble. Kokusuna kurban olduğum hemende sardı, sarmayla. Arkadaşlar geldi, herkesde bir burukluk, memleket havası. Yan masada ki teyzem pek bir oynaktı, sonradan tanıştık, Sevil hanım izmirli. Harmandalı oynadık sokakta, gecenin ilerleyen saatlerinde. Müzik aralarında tek bir konu konuşuluyordu, damla foundation. Kim lan bunlar diye? herkes sinirli, bizi bu herifler temsil ediyor anasını satiim diyerekten. Sonra Muzo hanımın yeğeni çıktı sahneye, Gazi Müzik'ten mezun kız, yanık sesiyle türkü okudu, Pencereden Kar Geliyor. Boşaldı Cafenin içi, herkes sokağa sigara içmeye çıktı ellerinde rakıyla. Sokaktan geçenler anlamaz gözlerle baktı.
Efkarın dibine vurmuşken Sophia aradı, gelicem beni al diye. Gittim aldım, firework'e gitmiş. Hafiften kafası bozuk. Rakı içicem bende dedi. Hay hay dedim. Bizim delikanlıyı arasana gelir belki dedi. Aradım dedim Sophia sarhoş, seni sayıklıyor, gelmen lazım, evini bilmiyorum. Önce olur filan dedi ama sonra işim vardı dedi caydı. Meğer bizim kızı arkadaşı olarak görürmüş sadece. Tabi Sophia rakıya abandı. dedim yapma . Kayar gidersin valla. O sırada yanık sesiyle azeri türküsü girdi fona, Ayrılık. "aşk şarkısı dimi bu, ayrılık şarkısı" dedi Sophia, evet dedim. dibini görmeyen sevdiğini göremesin yaptık rakıyı. Benim duble sayısı artmıştı. Sevil Teyze tuttu kolumdan oynak hava çaldırcam oynıcaz diye. Bende bizim hatunu kaldırdım. Ne ara masaları çekti de millet göbek atmaya başladı anlamadan Sophia'yı ortada buldum. Alkışla ayak uyduruyor. Hadi bakalım diyerekten, Türk milletinin ne kadar oynak olduğunu cümle aleme gösterdik. Gece yarısını geçince müzik şöleni Aynadan Ceylan şarkısıyla son buldu, biz de son şarkıda kafkas dansı yapıp ufaktan kalkalım dedik. Ama hatun ayakta sallanıyor, bana birşey olmaz diyerekten fondiplediği rakıların etkisiyle ortalıkta "son of bitch" diye geziyor. Neyse çıktık mekandan, ben birde kalan kısırdı sarmaydı yanıma aldım biraz, attım çantaya. Bi sigara versene, dedi, normalde sigara içmeyen kız. Kural değişmiyor dedim.. Dünyanın her yerinde aşk acısı aynı yani. Sokakta bir marijuana kokusu ilerliyoruz, bağıra bağıra oğlana küfrederek. Sokakda kalan kanadalıların neredeyse tamamı sarhoş, polislerde bir anlayış hali. Uysalca yardım ediyorlar. Benim her zaman kullandığım istasyon o saatte kapanmış. Biraz tutuştum ama, diğer istasyona gittik. Sophia'yı otobüse bindirdim, dikkatli ol dedim, ben de Skytrain e gittim. Şekerpare poşetini açmışım kıtır kıtır yiyorum. Baktım trende kimse kalmadı istasyonda indi herkes. Sonra bir polis geldi son durak hanfendi diye. dedim burası benim durağım değil, napcaz. Kanadanın polisi, sorun çözücü şişli belediyesi mübarek. Hemen yanıma bir polis verdiler, istasyondan çıkardılar. Ordan sonra başka bir polis otobüs durağına kadar götürdü, bindirdi. Otobüste başka bir polis iniceğim durakta indirdi. Ben elimde şekerpare (ısrarla yiyorum) "gurbette yorgun düştüm be ceylan" diye diye eve yürüdüm... Eve geldim, yeni aldığım cezveyle bir de Türk kahvesi yaptım kendime; fakat gelinen son durum "kısır kokan flash bellek"
sonra hep "gurbette yorgun düştüm be ceylan hasret tükettim bittim be ceylan." Annemle söylerdik hep,küçükkene ben, oynardık, ikimizin şarkısıydı. İki gündür dilimde...
sonra hep "gurbette yorgun düştüm be ceylan hasret tükettim bittim be ceylan." Annemle söylerdik hep,küçükkene ben, oynardık, ikimizin şarkısıydı. İki gündür dilimde...
Yorum Gönder