bir kaç gün

5 Ağustos 2010 Perşembe 23:36 Gönderen tamarra
şarabın güzel bi kokusu varmış aslında. 22 senedir neden ısrarla reddetmişim acaba? tabi bunun bir dönemi var; Gökben'le bokunu çıkartıp Gül abladan ısrarla alınan köpek öldüren yani Horozkarası filan. sonra muallak, altınerin bahçesinde arkana bakmadan kaçmak. düşününce normal onca senedir içmemem şu mereti. ama rose güzel şarap merlot filanda. neyse bugünlerde şarapçı oldum ben, boyuna şarap içiyorum. sarhoş da ediyor ohh mis valla. okulun son haftası, tezi teslim ettik. sonuç daha belli değil ama Ağustos'un ortasında final haftası şimdiden çekilmeyecek gibi duruyor. sıcaklarda İstanbul'u aratmadan devam ediyor. neyse ki şu festival kafamı dağıtıcak birazcık. nerede tuhaflık var ben ordayım hesabı gene ;Vancouver'ın en tuhaf film festivalini buldum fotoğrafçı oldum. gerçi bunun tatilimi katletme gerçeği de var ama şimdilik bununla ilgilenmiyorum. gönüllü olarak başvurmuştum fakat pek de umudum yoktu açıkcası daha önce Vancouver'da böyle bir deneyimim olmadığı için. adamlar mail atmışlar kabul edilmişim. hatta 4 mail atılmış ama ben elli tane mail adresim olduğundan hangisinden irtibat kurduğumu bile hatırlamıyordum. tesadüfen dün okulda, okul adresimi açınca gördüm ki aynı gün oryantasyon toplantısı var. oh ne güzel diyerek (ki geceden hala sarhoşluk geçmemişti) okuldan sonra apar topar Downtown'a gittim. elimde açık adres var lakin şu şehrin cadde felsefesini hala anlayamadığım için gene dolandım. Allahtan güzel bir yön bulma duygum var hala kaybolmadım. neyse ben öyle elli tane adama soraraktan adresi arıyorum. bu sırada polislerden biri de benim le dalga geçti. adama bu adrese nasıl gidebilirim diye sordum (ingilizce) adam bana ispanyolca cevap verdi. zaten gerilmişim hassiktir dedim (türkçe) sesli, şaka yapıyorum sadece dedi (ingilizce) neyse dolana dolana gittik mekana,
-saat değişti 5-30 a aldık uygun mu?
-uygun tabi napıcaz.
neyse ben çıktım ordan bari biraz dolanayım filan dedim. gel zaman git zaman (çekiyor kardeşim) kendimi marijuana sokağının ortasında buldum. sokak buram buram mariuajana kokuyor orası bir ayrı, etrafta ki tipler apayrı. polisler filan da var ama insanlarda bir rahatlık bir kendini aşmışlık. sokağın ortasında yaşayan insan kitlesi, yatak çanak çömlek "drugs seller" yok o yok bu. şaşkın şaşkın bakınıyorum, Vancouver'da ama hiç de Vancouver'a benzemiyor. daha ziyade bir Tarlabaşı havası var ortamda. tabi ki yabancılık çekmedim ama ürmedim de değil. insanlar cidden Tarlabaşı'nda kileri aratmayacak şekildeydi. Ecem dedim ufaktan uza sen. neyse bir alt sokağa inince aha dedim burası da Nişantaşı. her şehrin kendine özgü bir ayırma politikası olsa da aslında hepsi birbirine benziyor. zenginlikle fakirliği bir sokak hatta belki bir duvar ayırıyor. özgürlükle demokrasiyi bir duvar, insanlıkla savaşı bir duvar.  alt caddenin üst caddeyle alakası yoktu. sokakta çiçekler adım başı, insanlar sakin güler yüzlü. üst cadde deki açlık kokusundan ziyade burada bir yemek çeşitliliği. nasıl olabiliyor dedim, bu kadar restaurant bir sokak dolusu adamı aç bırakıyor...
bu sırada saatim durmuş ben geç kalmışım farketmedim bile. kıza kıza mekana gittim yeniden. bir nevi "eşcinsel" festivali gibi. Vancouver'ın tuhaflıklarını gösterme derdinde ki insanların toplandığı bir organizasyon. güzel filmler var yani sinema salonunda oynatılamayacak filmler. hoşuma gitti, tarihleri ayarladık "volunteer" tişörtümü aldım evime geldim.
bugün de okula gittim. okuldan sonra Sofi ve Kevinle çekim yapacaktık daha geçen haftadan planlamıştık. benim amaç körelen fotoğrafçılığı biraz düzeltmek hem de bizimkileri azıcık yakınlaştırmak. işe de yaradı. benim dün bulduğum bir sokağa  gittik. grafiti cenneti mübarek, duvarlar başlı başına tablo, eser. güzel fotoğraflar çektik. bu sırada gelen geçen sigara yada alkol isteyen insanlar oldu aldırmadık. sonra bir yere gittik tesadüfen. Haydarpaşa, evet Haydarpaşaydı orası. istasyonu aynı, rayları aynı, denizi kokusu aynı. geriye baktın mı Kadıköy, çay bahçeleri ve martılarıyla. bu şehirde martı nadir görülüyor daha ziyade karga var her yerde.. nasıl sevindim, nasıl huzurlu hissettim kendimi.. hem fotoğraf çekiyoruz hem sanki İstanbul. daha ne olsun dedim. yalnız unutmuşum makinenin dilini, zorlanmadım değil.. neyse ki çabuk ısındım.
benim fikirler bitince, sokakların da artık ışık potansiyeli geçince yemek yiyelim bari dedik. mekan desen 10 numara 5 yıldız. italyan lokantası. e ne olsun şarap içelim bari. Kevin pek iyi değil alkolde, şarabı ben seçtim. (Irmak ve Berfe görse gözleri yaşarırdı ikisinin de) bende ki edalar sanki kırk yıllık şarap tadıcı. komikti ama gülmedim hiç ciddiyetimi bozmadım. hoş beş muhabbet, Sofi ikinci bardağa gelmeden daha çakır oldu. yemek bittiğinde de düpedüz sarhoş. ömrümün sarhoş toplamakla geçeceğine inandım artık ben. hatta şöyle dedim, This is my destiny. istasyondan çıktık Sofinin aklına uyup başka trene binicez. bizim ki kiraz gördü saldırdı kirazlara. kaç para bunlar nerden geliyor diye kitledi tezgahtarı. satıcıda 'r'leri basa basa söylüyor hep böyle bir "da, previyet" diyecek havası var. nerelisin dedim, rusya dedi. bende dedim bizimkilerden bulgarya dan. herif bir de bana "nazdrovya" demez mi? yanımda ki zaten sarhoş, tutup beni nerelere götürür bu laf. gitmedim. neyse Kevindan yardım istedim dedim gel kızı evine bırakalım. herif gene önce olur dedi sonra yan çizdi. ben elimde spagetti kokan bir poşetle hiç bilmediğim bir yerde sarhoş bi hatunla başbaşa kaldım. bu sırada yeni aldığım sigara paketimi kaybettiğimi farkettim, cinnet geçirmemek için sabrettim. otobüs şoförlerinden sigara rica ettim fakat vermediler? (alla alla) sonra durakta bekleyen bir adama sordum.
-bi sigara ödünç alabilir miyim (daha sorarken mantık hatası benimde dikkatimi çekti. senelerdir bu soruyu "ödünç" olarak gören insanlara uyuzluğumu kendim sorunca daha bir farkettim. ödünç ne lan?)
-ne zaman geri vereceksin? ahaha
işte karizmatik cevap diye buna derim. adamcağız birazcık kırık, kırıta kırıta "şaka yapıyorum tatlım al tabi. vay yazık arkadaşın aşk acısı mı çekiyor canım benim" filan gibi  lüzumsuz muhabbetlere girdiyse de hiç oralı olmadım. bizim kız hem sarhoş hem herif tarafından göt edilmiş. ben bilmediğim bir mekanda sigarasız kalmışım. gerginlik hat safada. neyse biraz sakinleştirdim Sofiyi, bindirdim otobüsüne. bende bu sırada susuzluktan ölüyorum. benim otobüsü bekleyene kadar gidip istasyondan su alayım bari dedim. o salak makine 2 dolarımı yuttu geri de vermedi. ben deli gibi "fuccccckkkkkj" diye bağırırken, istasyon görevlisi yanıma geldi ve yazıyı gösterdi "arızalıdır" şaka mısın laaaaaan diye bu sefer türkçe bağırdım. adamcağız halime üzüldü bir tane otobüs bileti verdi. nakit parası yokmuş ama bu var olur mu dedi. bende bununla nası su alıcam diye adamı yok yere haşladım ama bileti de cebime attım otobüse gittim. otobüsü nerden biliyorum diye sorarsanız da aslında otobüsün nereye gittiği konusunda bir fikrim yoktu. sadece istasyon adlarından tahmin yürütüp bizim evin ordan geçebileceğini varsaydım neyse ki yanılmadım. eve geldim işte, kira için para çekmeyi unutmuşum. evdekilere yarın vericem dedim. yarın gidip telefon faturamı yatırmam, kütüphaneye kitapları teslim etmem, bankadan para çekmem lazım. yarından önce bugün hazırlamam gereken bir sunum ve proje var. yapasım var mı? sanırım uyuycam. bu ara rüyalarda hep olmayacak şeyler görüyorum. mesela wxyz. bilen bilir hem nasıl delirtir...
hele dün kü ne saçmaydı, dünyanın sonu gelmiş filan ben böyle bir mağarada bir takım yaratıklardan saklanıyordum. gerçi niye ilginçse bu, geçen akşam rüyamda Atatürk'ü gördüm, "biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik" diyordu. Zeki abi filan, bizim liseden servisçi, Haldun hoca. olmayacak insanlar bir arada, bir Z planı olsun bir wxyz olsun. buyrun cenaze namazına. haydin bakalım.
hee bir de fotoğraflara şu adresten bakılabilir sanıyorum:

http://www.flickr.com/photos/ecemengin/

0 Response to "bir kaç gün"

Yorum Gönder