"Bir Gün Tek Başına" için.

21 Ağustos 2010 Cumartesi 17:19 Gönderen tamarra
Okumayı birazcık seven herkesin hayatında bir "kitap" vardır. o kitap bazen baş ucunda durur, uykusuz gecelere ilaç olur. yolunu kaybetsen ışık tutacak gibidir. bütün karakterler sayfalardan taşıp yanında gezerler gün boyu. akıl danışırsın yada küfredersin kızınca, bir kitap, sarı izler bırakır insanın hayatında. sanki hiç bir çamaşır suyunun çıkaramayacağı italik lekelerdir bunlar. bir cümleye esir olursun, bir kelimeyle bitersin ve bir nokta yeniden başlatır seni büyük harflerle. özendiğin ya da korktuğun bir hayat sunar kitap sana. yine de, o hayat senin hayatındır. illa ki bir "yazar" başarmıştır bunu, henüz karşına çıkmadıysa o anlatım, yeterince okumamışsındır..


Vedat Türkali'nin ilk romanı, Bir Gün Tek Başına.  1974 yılında Milliyet Yayınları Roman Ödülünü, 1975 yılında da Orhan Kemal Roman Armağını'nın sahibi oldu. 743 sayfanın her köşesinde derin psikolojik analizler, düşünce çatışmaları, iç sesin dış sesi ne denli etkileyebileceği, 60 darbesinin öncesinde Türkiye'nin sisli havası, politik karmaşalar, devrimci ve devrimci olmayan çevreler, polis korkusu, sol kesimin umutsuz çırpınışları, her şeye rağmen umut güdenler, evliliğin çaresiz yükü, ustalıkla sarıyor adamı. ilk cümleden itibaren daldığınız bu "yeni dünya" sizi şu andan çok geriye götürüyor. Beyazıt'da "çınaraltı"nda yudumluyorsunuz çayınızı, Babıali yokuşundan çıkarken nefesiniz kesiliyor, Yedikule'de ıssız yollara düşüyorsunuz sevgilinizle... 


"ikinci katın merdivenlerine gelince durdu." Kenan'dı. Kenan'a kızarsınız okurken, sonra derin bir acımayla seversiniz onu. acıma hissinin her şeyden güçlü olduğunu anlarsınız sonunda. 


"güneş bulutlara girip çıkıyordu." Günsel'di, anlarsınız Günsel'i, seversiniz sayarsınız. Gençtir o, sahiplenirsiniz hatalarını. sonra kızmaya başlarsınız cahilliğine. kızgınlığın sevgiyi götürdüğünü anlarsınız sonunda.


"gözlerini kaçırıyor, sessiz, sürekli ağlıyordu yalnızca". Nermin. sürekli ağlar, içiniz taşar ağlamasına, ölsün istersiniz, sussun. sonra engellerin asla ölmediğini ve hep konuştuğunu  anlarsınız. 


Lisede okumuştum sanırım ilk kez. Annemin ve babamın en sevdiği roman olma özelliğini taşırdı. eski bir baskıydı, ilk baskılarından. annemin üniversite döneminden kalma. bantla yapıştırılmış bir çok yeri. saman sayfalar sahaflar kokuyor sanki. kitaplıkta dururdu. bir gün, tek başımaydım. elime aldım. Kenan'la tanıştım.. 


uzun senelerdir periyodik aralıklarla okurum bu kitabı, bir çok yerini ezbere bilsem bile her okuyuşumda ilk kez okumanın heyecanıyla bitiririm. hayatımda ki yeri, sadece neden? sorusuna beni hazırlamasındandır. baş ucumda evet, hava serinse o gün, yağmur nazlanarak damlıyorsa pencereye, kahvenin suyu kaynamışsa ve yatak her zamankinden daha bir çekici geliyorsa gözüme, 50li yılların sonlarına gitme vaktim gelmiştir. uysalca çağırır beni turuncu kapağı, karşı koymam bende, bildiğim yolları kaybolarak gezerim yine. 


"Bir süre sessiz kaldılar. Bir kaç yudum çay, sigara."


bir cümleye ancak bu kadar anlam yükleyebilir bir insan. düz sade bir anı, özelliksiz olmaktan çıkartıp, baş köşesine sonsuz manalar yüklemek, okuyucunun hayal gücü belki. ya da benim.. her şeyi anlamıştım bu cümleyle. bir kaç yudum çay ve sigaranın anlamını. Serin bir akşam üstünde, Beyazıt'da Günsel ellerini beyaz mantosunda saklarken, Kenan'ın çaresizliğini farketmiştim. sessizliğin aslında en zor şey olduğunu, insanların yapacak başka şeyleri olmadığı için konuştuğunu, engelleri yaratanın engelli insanlar olduğunu, sükunetin en güzel hediye olduğunu anlamıştım. o zaman işte, imkansız denen şeyin kader aldatmacası olduğuna karar vermiştim. kadere inanmıyorsan zaten, bilim kucaklardı seni. diyalektik kafan çalışırdı çözüm üretmek için. birbiriyle girintili her sebebin sonucuna gidebilirdin yol inşa edip. "küçük-burjuva duyarlılığına" takılmadığın sürece, dünya senindi. çay senindi, sigara senindi, sessizlik senin... senin olan senden ziyade giderdi, öyle ki bazen değmezdi bile sana. işte çaresizlikti bunun adı da. hata insanın, dünya kadar hemde. bu yeryüzünü pisleten ellerimizin temizleme gücü de var mesela. hata benim, senin, yanlış kadar doğru da üstelik. bir yudum çay ve bir nefes sigara, sus susabildiğin kadar...


kitabın adının neden Bir Gün Tek Başına olduğunu, ancak son sayfalarda anlayabiliyorsunuz.. o sayfalar boyunca gözünüzde yaşlar birikiyor, diliniz kuruyor. sonra kitap bitiyor, bir süre sessiz kalıyorsunuz..


Kenan, ilk gençlik çağlarında devrimci olmayı "denemiş" lakin müdüriyette ki ilk sorgusunda "iki tokat" la yılgınlığa düşmüştür. ardından sakin bir yaşam gelmiştir Kenan'ın ayaklarına, Nermin'le evlenmiş, kendi küçük dünyalarını bir kız çocuğuyla şenlendirmişlerdir. Nermin sıradan bir kadın, evi kocası ve çocuğu için yaşayan, dünyayı reddeden onlar için, aile kadını. Kenan ise Nermin'in senelerdir biriken umursamazlığından bıkmış, kendine kızmaktan başka bir şey yapmadan öfke nöbetleri içinde yaşamını sürdürmektedir. küçük-burjuva duyarlılığını dibine kadar yaşayanlardandır, Şişli'de ki evine bile "ölü görmesin" diye Cami önünden geçmeden gitmeye çalışmaktadır. kendi içlerine hapsolmuş, duvarların arasında çürüyen boş hayatın birebir örneğidir Kenan'ın ki 50 yaşlarında...


Günsel, o dönemde çoğu Sivas'lı genç gibi, solcudur o da. abisi sayesinde işçi kesiminin devrimci mücadelesine erken yaşta katılmıştır. yoksulluğu görmüştür, çocukluğu müdüriyet önlerinde devrimci analarının ağlamalarına üzülmekle geçmiştir. işkenceyi dinlemiş, sessiz kalması ve renk vermemesi gerektiğini daha o yaşta öğrenmiştir. o dönemde, Sermet adı "fransız devrimcisi" bir oğlanla sevgilidir lakin "küçük-burjuva duyarlılığından" çocuğun tiksinmiştir. felsefe bölümünü bitirmeye çalışan, devrimci sohbetlere katılan ve umutlu bir geçtir, 25 yaşında...


kaderdir evet Günsel ve Kenan'ı bir rakı masasında birleştiren.. Günsel'in kendinden emin devrimci halleri ve saçlarını umursamaz geriye atışı aşık etmiştir Kenan'ı. gençliğinde kaybettiklerini orta yaşın sonlarında bulmaya heveslenmiştir. Günsel ise bu çocuk ruhlu adama acımak gibi bir hisle bağlanmıştır önce, kızmıştır ve sevmiştir sonra. evliliği reddedemeyen bir aşkın umutsuz pençesine düşmüşler, dönemin siyasi gelişmeleriyle de bu aşkı güçlendirmişlerdir. Nermin "kocam bana dönecek" mantığından asla vazgeçmeden evinde beklemektedir, kızıyla beraber, istikrarla. Kenan ise o evden çoktan çıkmıştır, zaman zaman Nermin'in kadınlığına yenilse de... 


bir aşk hikayesinin bile memleketin sorunlarından nasıl etkilenebileceğini okursunuz, sonra bireyciliğin hiç bir işe yaramadığını anlarsınız. Vedat Türkali'nin romanı, sadece roman değil, hayat ve memleket hikayesi... İstanbul'un izleriyle hemde.. 


"Başkaldırmıştı; gittikçe artan bir güven duygusuyla Zincirlikuyu kavşağına doğru yürüyordu.Islaktı gözleri.Bir asker aracı geçiyordu; subaylar vardı içinde.Dizi dizi arabalar geçiyordu.Açık bir kamyona doluşmuş yapı işçileri vardı; yorgun, dalgındılar.Güneş bulutlara girip çıkıyordu."

3 Response to ""Bir Gün Tek Başına" için."

  1. kimsinki Says:

    bilirim, baş ucumda durur, gölgesiyle uyurum. sinema

  2. kimsinki Says:

    kaderdir evet Günsel ve Kenan'ı bir rakı masasında birleştiren.. içim acıdı, hatıralarla.

  3. tamarra Says:

    galiba bir kaç kadın var böyle, başucunda Kenan'a kızıp, Günsel'i anlayan.

Yorum Gönder