insanlar ev bulur ama ben bulamam,bir de kıskanırım o ev bulan insanları. arkadaşın o senin kızım, ne şerefsiz bir insan oldun sen ama olsun ben neden bulamadım da o zart diye buldu. Emily, aynı dönemde ev aramaya başlamıştık hatun okul kapanır kapanmaz taşındı ben hala emlak sitelerinde bilumum kişilere mail atıyorum. kıskançlığı bir kenara bırakırsak işte, yeni evine çağırdı Sophia yla beni. yemek yapıcam gelin dedi, (çin yemeği de olsa beleş buldun mu yiyceksin kardeşim yoksa arkandan ağlar ağlamak ne kelime koşar) tamam güzel buraya kadar, adresi mesaj attı. aa bide ben yeni telefon hattı aldım. nitekim fido yu havaya uçuramayacağımı anlayıp, başka bir firma deniyeyim dedim. ROGERS beni ayakta karşıladı, üzerine bide 200 $ dolar depozito bindirdi, oh ne ala memleket. (diğer bütün operatörler fidomsu birşey, kanada IDsi alamadığım için boktan bir tarife veriyorlar, her ay elli tane iş çıkartıyor başına. yapcak bişi yok kontrata tabi olduk) neyse, Emily dedi ki "ecem sakın geç kalma bak!" aa aşk olsun ben ve geç kalmak! mümkün değil. yalanın dik alası tabi, öğle yemeğine gidicektik sözde, ben gün ortasında anca uyanma zahmetinde bulundum. "ya şimdi şöyle oldu, ben kalktım ama evde tadilat var birşeyler oldu ingilizce adını da bilmiyorum gelcem ben bekleyin" geç kaldığım zamanlarda mazeret üretmede üstüme tanımam. bu bünye sınav bekletmiştir vesselam. neyse ben paşalar gibi kahvemi yaptım rahat rahat hazırlandım çıktım. muhteşem yön bulma duygum ve ben eminiz kendimizden. ne var canım gayet açık adres, bulurum şıp diye. Metrotown da Sophia yla karşılaştık. aa tesadüfe gel şeklinde, Emily e ev hediyesi almak için herşey 1 $ cıya gittik. biraz manidar olsa da, ben hediye olarak bizim Kartal'da ki evin kapısında ki Rasim'den aldım. çok hüzünlendim ama Sophia anlamadı, hay dedim devamını getirmedim. Sophia da çiçekçiden kaktüs aldı, adını "cucumber" koyduk. saçma salak bişi, eşşek şeyine kelebek konmuş gibi öyle salakki. ahah cucumber filan diye otobüse bindik. cucumberı da fahri manitamız ilan ettik. ben ineceğimiz durağı bilmenin rahatlığıyla serildim cam kenarına kakara kikiri muhabbet ediyoruz. tık durak adı "sussex road street"
-burda incez Sophia.
-yok ben biliyorum burası değil.
-emin misin bak? sokağın adı bu.
-yok yok ikinci sussex bu değil.
hadi öyle olsun dedim ama sinmedi içime, otobüste kaptırdı gidiyor dağ tepe bayır kuş uçmaz kervan geçmez bi memleket.
-sophia bak burası değil kaçırdık durağı.
-yok yok güven bana.
güvenmedim tabi, Emily i aradım, "kaçırmışız durağı"
dedim ben ama, yön bulma duygum asla yanılmaz! hassiktir dedim sesli, Sophia anladı ama niye küfrediyorsun ki şimdi dedi. biz alalacele bir sonraki durakta indik ama karşıdan gelen otobüsü de kaçırdık. diğer otobüsün saatine de yarım saat var. cin zekalı çin arkadaşımız yürümeyi önerdi. eh napalım beklemeyim bari dedik. aman allahım, hava desen Arabistan elimizde bir cucumber bayır yukarı g-tümden soluyorum. labirent gibi yer her seferinde başa geliyoruz. canına yandığımın memleketinde de bir tane taksi geçmez mi! geçmez. sanırsın yağmurlu havada istanbulda e-5 de kalmışsın, o kadar umutsuz vakayız. Emily arıyor tabi, çince küfrediyor ben anlamıyorum Sophia ya veriyorum, küfürleşiyorlar ben de türkçe eşlik ediyorum. cucumber desen kristal küllük gibi, kafa yarar. su yok, sigara yok, karnım aç, çişim var. ay fenalık..
tam tamına 3,5 saat yürüdük! o sıcağın alnında, dön başa aynı yer.en sonunda bir de baktık ki Metrotown dayız. oha lan, diye bir de Emily bizi bekliyor. beden dili yeter ingilizce bilmesem bile kızgınlığını anlamaya. neyse yeniden bindik otobüse, meğer biz elli kere evin önünden geçmişiz! ayaklarımızı sürüyerek girdik velhasıl. evi görünce iyice sinirim bozuldu. eşyalar yepyeni, banyo taş gibi, mutfak gıcır. ufunet bastı karnımda borozanlar çalıyor açlıktan. Emily yemek yaptı da kim yiycek şimdi. bir tadayım dedim, yedi sarhoşu toplamışlar kusturmuşlar yemek diye önümde. hadi aç ayı oynamaz, deneyelim yemeyi de çatal yok. çin çubuklarıyla golf sahasında delik tutturmaya çalışıyorum. işkenceye döndü.. aç kalktım normal olarak. Emily bana yoğurt almış, jest yapmış kız kendince. onu da yemez olaydım, yüz kilo şekerle çalmışlar mayasını maşşallah. velhasıl kelam, çin işkencesine döndü herşey.
dönüşte Sophia yı dinlemedim ve kendi hislerimle yolu buldum! tabi ki buldum!
-burda incez Sophia.
-yok ben biliyorum burası değil.
-emin misin bak? sokağın adı bu.
-yok yok ikinci sussex bu değil.
hadi öyle olsun dedim ama sinmedi içime, otobüste kaptırdı gidiyor dağ tepe bayır kuş uçmaz kervan geçmez bi memleket.
-sophia bak burası değil kaçırdık durağı.
-yok yok güven bana.
güvenmedim tabi, Emily i aradım, "kaçırmışız durağı"
dedim ben ama, yön bulma duygum asla yanılmaz! hassiktir dedim sesli, Sophia anladı ama niye küfrediyorsun ki şimdi dedi. biz alalacele bir sonraki durakta indik ama karşıdan gelen otobüsü de kaçırdık. diğer otobüsün saatine de yarım saat var. cin zekalı çin arkadaşımız yürümeyi önerdi. eh napalım beklemeyim bari dedik. aman allahım, hava desen Arabistan elimizde bir cucumber bayır yukarı g-tümden soluyorum. labirent gibi yer her seferinde başa geliyoruz. canına yandığımın memleketinde de bir tane taksi geçmez mi! geçmez. sanırsın yağmurlu havada istanbulda e-5 de kalmışsın, o kadar umutsuz vakayız. Emily arıyor tabi, çince küfrediyor ben anlamıyorum Sophia ya veriyorum, küfürleşiyorlar ben de türkçe eşlik ediyorum. cucumber desen kristal küllük gibi, kafa yarar. su yok, sigara yok, karnım aç, çişim var. ay fenalık..
tam tamına 3,5 saat yürüdük! o sıcağın alnında, dön başa aynı yer.en sonunda bir de baktık ki Metrotown dayız. oha lan, diye bir de Emily bizi bekliyor. beden dili yeter ingilizce bilmesem bile kızgınlığını anlamaya. neyse yeniden bindik otobüse, meğer biz elli kere evin önünden geçmişiz! ayaklarımızı sürüyerek girdik velhasıl. evi görünce iyice sinirim bozuldu. eşyalar yepyeni, banyo taş gibi, mutfak gıcır. ufunet bastı karnımda borozanlar çalıyor açlıktan. Emily yemek yaptı da kim yiycek şimdi. bir tadayım dedim, yedi sarhoşu toplamışlar kusturmuşlar yemek diye önümde. hadi aç ayı oynamaz, deneyelim yemeyi de çatal yok. çin çubuklarıyla golf sahasında delik tutturmaya çalışıyorum. işkenceye döndü.. aç kalktım normal olarak. Emily bana yoğurt almış, jest yapmış kız kendince. onu da yemez olaydım, yüz kilo şekerle çalmışlar mayasını maşşallah. velhasıl kelam, çin işkencesine döndü herşey.
dönüşte Sophia yı dinlemedim ve kendi hislerimle yolu buldum! tabi ki buldum!
25 Ağustos 2010 13:02
çekik gözlü işte işe yaramama ihtimali yüksek.
25 Ağustos 2010 15:33
boşuna Kara murat o kadar film çekmemiş işte.